Hic et Nunc
Zamanın en büyük aldatmacası, insanı geçmişin ağırlığı ve geleceğin gölgesiyle zincirlemesidir. Oysa gerçek, ne geçmişin tortusunda ne de geleceğin hayalinde bulunur. Gerçek, yalnızca anın çıplak yüzünde açılır. Hic et Nunc işte şimdi ve burada.
Geçmiş, hatırlayanın zihninde çarpıtılmış bir gölgedir. Gelecek, tasarlayanın kaygısıyla kurduğu bir yanılsama. Bu iki hayalin arasında, gözden kaçırılan tek bir hakikat vardır: insanın varlığı yalnızca şu anda mümkündür. Nefes alırken, kalp atarken, bakışın ufka değdiği bu anın içinde.
Mitler bize daima yolculuktan bahseder: kahramanın çıkışı, sınavları, dönüşü. Ama asıl sır yolun sonunda değil, atılan her adımda gizlidir. Çünkü her adım, yeniden doğan bir “şimdi”dir. Stoacıların söylediği gibi tek hazinemiz andır; Zen ustalarının işaret ettiği gibi, nefesin içinde evrenin kendisi saklıdır.
“Hic et Nunc” bir öğüt değil, bir uyarıdır: hayat ertelenemez. Zihin yarına kaçtıkça, yaşam elimizden kayar. Oysa şimdiye kök salan biri, sonsuzluğa dokunur. Çünkü an, parçalanmaz bir bütün olarak geçmişi ve geleceği içinde taşır.
Hic et Nunc yalnızca bir an değildir; bir kapıdır. O kapıdan geçen kişi, hayatı izleyen olmaktan çıkar, hayatın ta kendisine dönüşür.
Ve orada artık kaçış yoktur.
Ne dün vardır, ne yarın.
Sadece sen, çıplak varoluşunla baş başa kalırsın.
Gerçeğin bütün ağırlığı tek bir noktaya düşer:
Buradasın. Şimdi ve Burada