Yaşamak Yan Etki

 Ağır bir depresyonda mıyım, yoksa sadece hayatın yan etkisinde mi sürükleniyorum, emin değilim.

Otuz iki yaşındayım.

Ama içimde hâlâ süt kokan bir çocuk oturuyor.

Büyümeyi reddeden, ama hayatta kalmak zorunda kalan bir çocuk.

Onu öldüremedim.

Sadece susturdum.

Şimdi bazen gece sessizliğinde hâlâ ağladığını duyuyorum.

Beni değil, benden gidenleri ağlıyor.


Süperego, toplum, kurallar…

Hepsi aynı bokun farklı tonları.

Hepsi, seni “normal” yapmaya çalışan plastik kalıplar.

Ama ruhum o kalıba girmiyor.

Çünkü içimdeki çocuk hâlâ çıplak ayakla çamura basmak istiyor.

Ve ben o çamuru özlüyorum.

O pis, dürüst çamuru.


İyi olmayı denedim.

Çok denedim.

Kendimi iyi bir insan olarak yetiştirdim,

ama iyi insanlar genelde sahnenin arkasında ölür.

Ben de öyle yaptım.

Sessizce, kimse fark etmeden.

İyiliği su sanıyordum, meğer benzine benziyormuş.

Her damlası yanıyor, her damlası seni yakıyor.


Artık iç huzurum yok.

Zaten hiçbir zaman “huzur” denilen o steril masala inanmadım.

Huzur, köleliğin modern biçimi.

İnsan huzurluysa, demek ki bir şeylerden vazgeçmiştir.

Ben vazgeçemedim.

O yüzden hep gerginim, hep canlı.


Hevesim kalmadı diyorum bazen.

Ama belki de heves değil, sadece midem bulandı.

İnsan olmaktan, insanlardan, sürekli gülümsemek zorunda olmaktan.

“Her şey yolunda” yalanından.

Bu dünyada kimse yolunda değil.

Sadece herkes sırayla düşüyor.


Yollar denedim.

Tanrılara gittim, terapistlere, kitaplara…

Her biri başka bir tuzak.

Hepsi “kendini bul” diyor.

Sanki kendim bir kayıp eşya gibi.

Buldum, kaybettim, buldum, yine kaybettim.

Sonra anladım:

Bulmaya çalıştığım şey zaten ölmüştü.


Geçmiş pişmanlık, gelecek korku,

ben arada sıkışmış bir organizmayım.

Zaman dediğin şey, Tanrı’nın en güzel işkence yöntemi.

Sürekli ileri giden bir çizgi,

ama sen hep aynı yerde çakılı kalıyorsun.


Duygularımla yaşıyorum, çünkü başka türlüsünü beceremedim.

Duygularla yaşamak, çıplak elle jilet tutmak gibi.

Kanatıyor ama bırakınca da elin boş kalıyor.

Bazen insan, acısına bile bağımlı hale geliyor.

Ben bağımlıyım.

Kendime, çöküşüme, duygularıma…


Bana denge lazım diyorlar.

Ama ben hiçbir zaman denge insanı olmadım.

Benim içimde hep bir sarkaç var:

Bir ucunda Tanrı, diğer ucunda delilik.

Ve ben ikisi arasında sallanırken hiçbir yere varmıyorum.


Bazen düşünüyorum:

Belki de bu hayat bir sınav değil, bir deney.

Kim daha geç dağılacak diye yapılan bir deney.

Ben artık dağılmaya yakınım.

Ama ilginçtir, korkmuyorum.

Çünkü korku bile bir lüks bu çağda.


Benim için artık iyi ya da kötü yok.

Sadece “gerçek” var.

Ve gerçeğin rengi yok, kokusu yok,

ama tadı var: paslı kan gibi.

Yutuyorsun, boğazını yakıyor,

ama bir şekilde hayatta kalıyorsun.


Artık kimseye güzel görünmek istemiyorum.

Ne Tanrı’ya, ne insana, ne aynaya.

Çünkü bütün maskeler düştü.

Geriye kalan sadece ben —

ve ben de emin değilim, yaşamak istiyor muyum,

yoksa sadece bitmemek mi istiyorum.


Ama emin olduğum tek şey var:

Artık ışığa inanmıyorum.

Çünkü ışık hep birilerini kör ediyor.

Ve ben nihayet karanlıkta görmeyi öğrendim.


Popüler Yayınlar