Tanrı’nın Sustukları: Varoluşun Boşluğu

 Tanrı sustuğunda, insan kendi yankısıyla baş başa kalır.

O andan sonra evrende yalnızca bilinç vardır; bir varlık bilinci değil, varoluşun çıplak farkındalığı. Artık hiçbir şey “neden” sorusuna cevap vermez. İnsanın iç sesi bile kendine yabancı hale gelir. Bu sessizlik, bir huzur değil; anlamın geri çekilişiyle ortaya çıkan bir boşluktur.


Bu boşluk korkutucu olduğu kadar büyüleyicidir. Çünkü insan ilk kez, kendi varlığının temelsizliğini fark eder. Hiçbir şeyin altında bir neden yoktur, hiçbir acı bir amaca hizmet etmez, hiçbir güzellik bir ödül değildir. Her şey yalnızca olur. Ve biz, bu olanların ortasında kendimizi sürüklenirken buluruz. Bu sürüklenişte insan, Tanrı’nın eksikliğini değil, kendi sınırlarını duyar.


İnançsızlık burada bir inkâr değil, bir farkındalıktır. İnsan, anlamın dışına çıktığında hâlâ var olduğunu fark eder. Bu farkındalık, özgürlüğün en keskin biçimidir ama aynı zamanda dayanılması en güç olandır. Çünkü özgürlük, yönsüzlükle birlikte gelir. Artık hiçbir otorite, hiçbir ilahi bakış, hiçbir amaç insanı doğrulamaz. Her seçim, mutlak bir yalnızlığa yazılır. Ve insan, bu yalnızlıkta anlam yaratmaya değil, anlamın yokluğuna katlanmaya çalışır.


Tanrı sustuğunda, insanın sesi de değişir. Sözcükler artık dua değil, savunmadır. Her düşünce, sessizliğe karşı verilen bir direniş gibi yankılanır. İnsan, kendi varlığını bu sessizliğe kanıtlamak ister; ama ne kadar konuşursa o kadar kaybolur. Çünkü sessizlik, kelimelerden daha güçlüdür. O, varlığın en dürüst halidir.


Belki de Tanrı hiç konuşmadı.

Belki de insan, kendi bilincinin gürültüsünü ilahi bir ses sandı.

Ve şimdi o gürültü kesildiğinde, geriye yalnızca saf gerçeklik kaldı: hiçbir şeyin açıklanmadığı, ama her şeyin hissedildiği bir varoluş.


İşte o an, Tanrı’nın sustuğu an değil; insanın gerçekten duyduğu andır.


Varoluş


Popüler Yayınlar